Doğduğu gün, hiçbir kutlama yapılmadı onun için. Adına şarkılar söylenmedi. Tek bir söz edilmedi, hoş geldiğine dair. Birçok gelenin peşi sıra tutunmuştu hayata. Kimlerin ve nelerin yükünü sırtlanacağını söyleselerdi gelmek ister miydi? Bunu ona hiç sormadım...
Esmer bir hayatın kapısını tıklatırken devasa elleriyle
yosun yeşili gözleriyle kocaman baktı dünyaya. Bu muymuş demedi. İsyan
etmeyi asla öğrenmemek üzere aramıza karıştı. Kavgaya en şiddetli yerinden
girdi. Anlayınca kaçmadı.
Hiçbir şey kaybetmedi büyürken. Ödün vermedi.
İstese de veremezdi. Hayat ondan hiçbir şey alamadı. İnsanlar alamadı, acılar
alamadı. Tertemiz büyüdü. Direndi kirletmek isteyenlere, bazen gizlice ağladı,
bazense gülüp geçti.
Gün oldu, genç umutlarını bir kenara bıraktı.
Çizmekteki hünerlerini sundu insanlığın onuruna. Çizmese de olurdu. Kederini
suya bir taş atar gibi içine attı. güle oynaya kendisine biçilene alıştı. Çünkü,
onun ruhunun berrağına eğilip bakarsanız, yalnızca hicap görürsünüz.
insanları seviyordu. Kim
olursa olsun hepsini. ne olursa olsun hepsini. Şakalara karıştı; ama gülüp
geçmedi. Durup düşündü, üstüne bastı. Ve ayağını hiç kaldırmadı.
Acılara karıştı. Kendininkileri bırakıp bir
köşeye, yaban yanlış acılara. Baba kokusu sindi üstüne. Kardeş kokusu sindi. Anne
kokusu da. Ve yar kokusu da. üstüne dünyayı yaşanmaz kılanlara kadar, tanrı
şefkati sindi.
Öğretmeyi denediler. Çiçek koparmayı,
karıncaya basmayı, kuş avlamayı. yere tükürmeyi, çöp kutularına tekme atmayı,
nara atmayı bile. Öğrenemedi. Daha küçük bir çocukken büyük bir adamdı sanki. Büyük
bir adam olunca hala bir çocuk. Kocaman kocaman baktı ihanetlere, anlamayarak.
Katilleri bile sevdi ama. İnsan oldukları için. İnsan oldukları için insan
olmayanları bile. Sevdi.
Hünerli elleriyle tutundu zamana. Eşyayı
kavrayıp bir çırpıda resmeden hünerli parmakları, ekmeğe soyundu. Toprağın
bereketiyle süzüldü mutfağa. Toprak ananın katıksız sevgisiyle. Toprağın çocuğu
olmanın verdiği erişilmez haz ile. girdi mutfağa. Ne bulduysa bir tencereye
attı. derin, geniş bir tencereye tıpkı hayat gibi. Yüzünden bir gölge geçti. Gençliğinin
yarım yamalak tebessümü düştü alnına. O sevgili babanın erken edilmiş vedası
geçti. Çok güzel bir kadın silüeti geçti. Çok güzel bir armağan gibi. Güldü.
Alevi parmaklarıyla söndürdü. Alnında yanan
ateşe ilişmedi. Derin, geniş tencere fokurduyordu. Dışarda bilmediği bir savaş
sürüyordu. Sokak fokurduyordu. Evren fokurduyordu. Onun etrafında kir yoktu,
leke yoktu. Temiz olmanın kaderinde hüküm sürüyordu, temiz olmanın gururunda
hüküm sürüyordu. Usundan bir çocuk geçti. Çocuk özünden yaralıydı. Sustu.
Bu kadar değildi bir şey eksikti. Ne eksikti?
Bir gün, sırtını dünyaya vermiş ruhunun bekaretini katarak aş ekmek ediyordu.
Gönlünden bir şarkı geçiyordu. Beyazı uyanmıştı, ayazı gitmiş. Bir an, döndü.
Baktı. rüya görüyorum sandı. Bir daha baktı. Yeşil bir bahçede ayrık otu
ayıklar gibi baktı. Kırmızının ahengiyle savruldu siyahın rüzgarlı otağına.
Gitti oturdu. Kalbinden yumruk kadar bir şey koptu, tutamadı. Bir kadına vurulmadı sanki bir kurşunla
vuruldu. Eksiğini buldu o vakit. Bu kez de parçasının ardına düştü. Harcayacak
bir ömrü vardı, harcamanın ardına düştü. Bahşedilmiş insanlığının zekatını
vermenin ardına düştü. Beyaz gönlünün, arık ruhunun, soylu tavrının zekatını
vermenin ardına düştü.
Çok yıllar yürüdü
böyle. İtildi, kakıldı, kovuldu bile. Geri dönmedi. çok ağladı. isyan etmeyi
bilmediğinden ağladı, sustu. Kirli ve çirkin bir şeyin ardına düştüğünü bile
bile, masum bir şeyin ardına düşer gibi düştü. Hep düştü. kalkmaktan usanmayan,
bir çırpıda düştüğü yerden kalkan bu tuhaf adam.
Bir güzel sevdi. ruhunu sundu dipte köşede ne
varsa ona kadar. Ben beyazım bana inan sen dedi. Yaralı bir serçeye konuşur
gibi konuştu. Aldı. Gagasını açtı güç bela, yudum yudum hayat içirdi. Umut
içirdi. Sevgi içirdi. Usulca öptü. Nazikçe. Ağacın kuytusundan ince bir dal
kırar gibi, çıt çıkarmadan. Sen, hala garip bir telaşla aşka inanan seyyah,
yorulmuş bir bedenin arkasından ne uzun yollar aştın. Herkesin kırdığını alıp
sen toparladın. Deşilmiş yaraları hekim gibi kapattın. Sen, garip bir edayla,
inatla, hala hüznün ve suçlanmışlığın insanlık anıtı gibi dimdik, göğün sonsuz
geniş göğsüne başını yasla.
Sen, insanın ham yüzü, güzel tarafı, güneşli
yanı. toprağın soylu çocuğu sen. Sen o inanılan Allah'ın yerdeki suretisin. O'nun
elleriyle gönderilmiş eşsiz koruyucu, şefkatin yalın hali, merhametin timsali,
sabrın öbür adısın. Sen, beyaz boneli çocuk, beyaz atların acımasızca
katledildiği bu kan mevsimlerinde, hala masallara inanan mutlu çocuksun. Sen
gözlerinin ışığıyla en karanlık tünellerden çıkılan yol arkadaşı, isyan nedir
bilmeyen arık ruhlu çocuk sen… Ah sen… Ah sen…
muhteşem olmuş canım,
YanıtlaSilellerine sağlık :)
Tek kelimeyle muhteşem bir yazı.Kirli birşeyin peşinden gittiğini bile bile masum birşeyin peşinden gider gibi gitti demişsin ama kendine haksızlık etmişsin.Temiz olduğunu iddia eden herkesten daha temizsin.
YanıtlaSil